AP seçimlerinin yankıları: ‘Bu aşırı sağ değil, buz gibi faşizm’

İSTANBUL – Avrupa Birliği’ne (AB) üye 27 ülke, 6-9 Haziran’da Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri için sandık başına gitti. 720 sandalyeli parlamentoda Avrupa Halk Partisi (EPP) ve Sosyalistler ve Demokratların İlerici İttifakı (S&D) en çok oy alan iki grup olsa da ‘aşırı sağ’ da seçim öncesi öngörüldüğü üzere sandıklardan güçlenerek çıktı.

Peki, seçim sonuçlarını nasıl okumak gerekiyor? Bu sonuçların AB politikaları üzerinde nasıl bir etkisi olacak? Yeni dönemde Türkiye-AB ilişkilerini neler bekliyor?

Öncelikle ‘hastalığı’ doğru teşhis etmek gerektiğinin altını çizen tarihçi ve yazar Emrah Cilasun’a göre, bu seçimlerde yükselişe geçen, aşırı sağ ya da popülizm değil, ‘buz gibi faşizm.’ Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Çiğdem Nas da bu seçimlerde belki de daha önce görmediğimiz bir durumla karşı karşıya kaldığımıza işaret ederek, “Avrupa seçimleri ulusal politikayı da etkiledi. Bu yönde bir hareketlenme olmuş oldu” değerlendirmesinde bulundu. TEPAV Avrupa Birliği Çalışmaları Merkezi Direktörü Nilgün Arısan ise seçimlerin en vahim sonucunun AB’nin politika geliştiremeyecek bir duruma gelme ihtimali olduğuna dikkat çekti.

Nilgün Arısan – Çiğdem Nas – Emrah Cilasun

‘İKİ YÜZLÜ SAHTE TUTKAL, 2015 YILINDA TAVSAMAYA BAŞLADI’

AP seçim sonuçlarını tarihsel bağlamı içinde değerlendiren Emrah Cilasun, Avrupa’da yükselişe geçenin neden aşırı sağ ya da popülizm değil de faşizm olduğunu İkinci Dünya Savaşı sonrasından günümüze uzanarak şu sözlerle anlattı:

“Neden faşizm? Çünkü bir kere her şeyden evvel bir egemenlik biçimi olarak faşizm, burjuva demokrasisinin özüyle biçimi arasındaki çelişkiyi çözer ve burjuva diktatörlüğünü bütün çıplaklığıyla uygulamaya koyar.

Bu niye böyle oluyor diyorsanız, 1945’ten beri kıta Avrupasını bir arada tutan bir tutkal vardı: Liberal tutkal. Beethoven’ın 9’uncu Senfonisi: ‘Hepimiz kardeşiz. Bütün insanlar kardeştir.’ Bu iki yüzlü sahte tutkal, dünyayı ne kadar iyi talan ederse o kadar refah toplumu ve o kadar asalak bir toplum sağlıyor.

Bu 1945’ten beri böyle geldi. Ne zamana kadar? 2015’e kadar. Mülteci kriziyle buzdağının ucu gözüktü. Halbuki bütün bir iktisadi krizle, iklim kriziyle, savaşlarla, üstüne üstlük pandemiyle, bütün bunlarla bu bir arada tutan tutkal, yani toplumun hakim sınıflarıyla en alttaki garibanlarını bile bir arada tutan o tutkal birden tavsamaya başladı.”

‘BU, KAPİTALİST VE EMPERYALİST SİSTEMİN BİR SONUCU’

Tüm bunların karşısında faşistlerin “Benim bir programım var ve bu program bütün toplumu daha iyi bir arada tutar” dediğini belirten Cilasun, “Avrupai değerlerimizi kaybediyoruz” gibi argümanlar üzerinden toplumdaki farklı grupların aşama aşama, kademe kademe ötekileştirilip ayrıştırılmaya başlandığını yine tarihten bir paralellik kurarak şöyle açıkladı:

“Adolf Hitler döneminde Martin Niemöller diye bir papaz vardı. Onun meşhur bir sözüdür bu: ‘İlk geldiklerinde sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım. Sonra komünistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım. Sonra sosyal demokratları götürdüler, sesimi çıkarmadım. Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım. Sonra beni gelip götürdüklerinde sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.’ Şimdi yapılan da bu.

Bütün bunları bir popülizm olarak adlandırmak veya mevcut sistemle, mevcut toplumla alakasından bağımsız, ‘bu insanlar anne rahminden böyle kötücül doğuyorlar ve çok kötü insanlar oluyorlar’ gibi tarif etmek bizi doğru teşhislerden uzaklaştırır… Bu, kapitalist, emperyalist sistemin bir sonucudur. Çünkü bünye, insan bünyesi gibi kriz üretmeye ve kanser üretmeye namzet bir bünye. Ve bu bünye, kendi içinden bu faşizmi doğuruyor.”

‘POPÜLİSTLER, YEŞİL MUTABAKATIN MALİYETİNİ ÇOK GÜZEL KULLANDI’

Peki, gelinen noktada, bu seçim sonuçları AB’nin bundan sonraki politikalarını nasıl etkileyecek? Bu sorunun yanıtında üç temel nokta öne çıkıyor: Avrupa Yeşil Mutabakatı, göç politikaları ve Rusya-Ukrayna savaşı. Yeşiller’in hem Almanya ve Fransa’da hem de AP genelinde büyük bir oy kaybı yaşadığına dikkat çeken Nilgün Arısan, “Bu yeşil dönüşümün, yeşil mutabakatın uygulanmasının hem sanayiciye hem tarım kesiminde çalışanlara ciddi bir maliyeti oldu, olacağı da ortada. Popülistler de bunu çok güzel kullandı” değerlendirmesinde bulundu. Arısan’a göre, bu seçim sonuçlarıyla da birlikte, halihazırda sekteye uğramaya başlayan yeşil dönüşümün biraz daha sekteye uğraması olası görünüyor.

‘TÜRKİYE’YE MÜLTECİLER İÇİN DAHA FAZLA FON AKIŞI OLABİLİR’

Çiğdem Nas da seçimlerde en çok oy alan EPP, S&D ve liberal Avrupa’yı Yenile’nin (RE) birleşmesiyle bazı karar ve düzenlemelerin AP’den geçebileceğine ancak Yeşil Mutabakat’ın geçmesi için gösterilen güçlü mutabakatın aşınmasının olası olduğuna işaret etti.

Çiğdem Nas’a göre, göç konusu bu yeni dönemde de önemli bir gündem maddesi olmayı sürdürecek. AB’nin uzun görüşmelerin ardından mayıs ayında kabul ettiği Göç ve İltica Paktı’nı hatırlatan Nas, “Bu pakt da aslında zaten biraz aşırı sağın göç konusundaki yaklaşımını yansıtır nitelikteydi” diyerek, “Bu, aslında bir yandan aşırı sağın bu politikaları oldukça etkilemiş olduğunu da gösteriyor ama bundan sonra bunun daha da fazla Avrupa Birliği siyasetine yansımasına denk gelebiliriz” değerlendirmesinde bulundu.

Göç ve mülteciler konusu, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinin de önemli gündem maddelerinden birini oluşturuyor. Yeni dönemde ilişkilerde çok büyük bir fark yaşanmasını öngörmediğini söyleyen Nilgün Arısan, şöyle konuştu:

“Türkiye şimdi de Avrupa Birliği’nin gündeminde birinci sıralarda değil. Yine olmayacak. Avrupa Birliği’nin zaten mültecilere yönelik sağcı bir politikası vardı. Bu konuda daha sağa kayan bir politika olursa, Türkiye ile bu konudaki işbirliği güçlenir, Türkiye’ye daha fazla fon akışı olabilir. Ama Türkiye ile AB ilişkilerine olumlu yansıması mümkün değil. Zaten Türkiye ile müzakerelerin tekrar başlaması şu anda mümkün değil; fiilen dondurulmuş durumda.”

‘DEĞERLER ÜZERİNDEN AVRUPALILAŞMA AŞINMAYA UĞRAYABİLİR’

Son dönemde AB içinde Türkiye ile ilgili olarak “Bu üyelik artık olmayacak, bunu bir tarafa bırakalım, ilişkilerimizi büyük ölçüde karşılıklı çıkarlar, özellikle de göç politikaları üzerinden şekillendirebiliriz” gibi sesler çıktığını anlatan Nas da “AB içinde bu yöndeki seslerin daha güçlendiğini duyabiliriz” öngörüsünde bulundu. AB-Türkiye ilişkilerinin ‘daha sınırlı, çıkara dayalı ve pragmatik, demokratikleşme boyutunu pek fazla umursamayan sınırlı bir ilişkiye doğru’ evrilebileceğini belirten Nas, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi değerler ile aşırı sağcı partilere atıfla sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu gibi partilerin güçlü olduğu bir Avrupa’da, bu değerlerde de yozlaşmanın ilerlemesi söz konusu; Avrupa’nın bu yönde Türkiye’ye ilham olma süreci oldukça aşınabilir. Değerler üzerinden bir Avrupalılaşma, AB’ye üyelik hedefleri de ciddi şekilde aşınmaya uğrayabilir.

Türkiye’de de son dönemde yaşamış olduğumuz bu demokratikleşme perspektifinin zorlaşması, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı gibi konularda, Türkiye’nin bunları yine kendi içinde çözmeye çalışması – artık ne ölçüyle bunu yapabilirsek – ve demokratikleşmedeki Avrupa perspektifinin biraz zayıflaması söz konusu olabilir.”

‘AB’NİN KARAR VEREMEYECEK BİR DURUMA GELMESİ EN KÖTÜ İHTİMAL’

2023 yılının kasım ayında Almanya’nın Potsdam kentinde faşist siyasetçilerin yaptığı, ülkedeki göçmenleri sürme (Remigration) planlarının ele alındığı toplantıyı hatırlatan Emrah Cilasun, Avusturya’daki lideri Martin Sellner’in de Potsdam’daki toplantıya katıldığı faşist Identitär hareketinin ve faşist partinin bu ‘tersine göç’ planlarını gizlemediğine, aksine iktidara geldiklerinde göçmenleri ülkeden göndermeyi vaad ettiklerine dikkat çekti. Öte yandan, Cilasun’a göre, faşist partiler AP seçimlerinden hemen sonra eyleme geçmek yerine önce var olan korkuyu rahatlatmaya çalışacak ve AP’de Hıristiyan demokratlarla ittifak kuracak. Dahası, bu partilerin ilk etapta ‘oynayacağı’ konu da göç değil, Rusya-Ukrayna savaşı olacak, ‘ardından yavaş yavaş yabancılara gelecekler.’

Rusya-Ukrayna savaşının başlamasının ardından AB’nin Ukrayna’ya destek ve Rusya’ya yaptırımlar konusunda ciddi bir birlik gösterdiğini hatırlatan Arısan da bu durumun yeni dönemde süreceğine yönelik şüphelerini dile getirerek ABD’de kasım ayında yapılacak Başkanlık seçimlerine ve AP içindeki bölünmeye de atıfla şöyle konuştu:

“Bu kadar bölünme Avrupa Birliği’nin bir politika geliştirememesine yol açar mı? Çünkü yeni yeni Donald Trump ABD’sine karşı Avrupa Birliği’nin savunma alanındaki altyapısını güçlendirmesi, daha fazla birlik oluşturması konuşuluyordu. Bunlar olmayabilir. Ve çok tehlikeli bir dönemde tabii… Bir yanda Trump’ın gelme tehlikesi var. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali devam ediyor. Çin’le bir ticaret savaşı içinde Avrupa Birliği. AB, seçimler sonucunda karar veremeyecek paralize bir duruma geçerse, en kötü ihtimal de bu olabilir.”

‘MİLYONLARCA İNSAN BARIŞÇIL BİR ŞEKİLDE SOKAKLARA İNMELİ’

Peki, Avrupa’da şahit olunan ve Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarıyla da cisimleşen faşizmin yükselişine karşı nasıl bir yaklaşım benimsenmeli? Tarihçi ve yazar Emrah Cilasun, buradan çıkarılması gereken dersleri şu sözlerle anlattı:

“Buradan çıkarılması gereken dersler boyutuyla en önemlisi şu: Barışçıl bir şekilde, bunun altını çiziyorum, barışçıl bir şekilde milyonlarca insanın sokaklara inmesi lazım ve 7/24 bu durumun protesto edilmesi lazım. Aksi takdirde, çok güçlü bir şekilde iktidara gelecekler ve oturacaklar. Acı gerçek şu ki 2015’ten beri faşistlerin bir sokak tecrübesi var ve sokakta bir gücü, bir kutbu oluşturuyorlar. Yani, yanlış bir kutuplaşma var. Maalesef biraz geç kalındı. 2015’ten bu yana sol zaten yerlerde sürünüyordu.

“Bir de üstüne üstlük Gazze’deki soykırımla birlikte işin içine İsrail taraftarlığı girince, sol iyice sosyal demokrat ve Yeşillerin arkasına katılıp gitti, kuyruğu oldu. Bu kuyruğun faşistlerin karşısına çıkması, ben buradayım, sokaktayım demesi çok zor. Ama bunun maalesef yapılması lazım. Ne kadar başarılı olurlar bilmiyorum ama muazzam kitlesel çıkışlara ihtiyaç var burada. Yani öyle ‘seçimi bekleyelim, seçimde şu partiyi destekleyelim, bunu desteklersek faşistler de böylece şapkalarını alır giderler’ değil. Hele hele 2024’ün kasımında Trump da geliyor Amerika’da. Bu da üstüne tüy dikmiş olur.”

(DIŞ HABERLER SERVİSİ)